EPİKTETOS

Epiktetos bir Anadolulu... Miladi 55-135 (I-II yy) yılları arasında yaşamış bir filozoftur. Frigya'da Hierapolis (yani şimdiki Pamukkale yakınları)'te doğmuştur. 'Epiktetos' aslında bir isim değildir. Köle, esir mânâsına gelen bu kelime hayatı boyunca yaşadıklarından dolayı ona isim olarak konmuştur. Miladi 90 yıllarında Roma'dan, tüm filozoflarla beraber kovulunca, Yunanistan'da bir okul açtı ve İzmitli bir talebesiyle yaptığı sohbetleri Epiktetos Risalesi (Düşünceler ve Sohbetler) adı altında kitap olarak topladı. Toplam sekiz kitaptan oluşan risalelerin sadece dördü günümüze kadar gelmiştir.
Düşünceler ve Sohbetler
Epiktetos'un sohbetleri Düşünceler ve Sohbetler isimli kitapta toplanmıştır. Bu kitapta yer alan düşünceleri ayrıntılı incelediğimizde, 'ahlâk ve insan kriterleri' karşımıza çıkar. Yaşadığı dönem itibariyle hep insanları doğru ve güzel ahlâka davet etmiştir.
Öğüt verirken ölümü devamlı kullanır: 'Ölüm, sürgün ve bunlara benzeyen 'korkunç gibi görünen şeyler, bilhassa ölüm daima gözünün önünde olsun. O zaman asla gereksiz saplantıların olmaz ve dünyalık hiçbir şeyi delice arzulamazsın.' der. Çoğu zaman dindarlıktan pozitif olarak bahseder ve der ki: 'Fayda nerede ise, şefkat, sevgi ve merhamet de oradadır. Böylece bir kimse arzularını ve nefretlerini kanunu Yaratan'ın tespit ettiği kaidelere göre tanzim ederse, dindarlığını ve şefkatini kuvvetlendirmiş olur.'

Epiktetos mütevazı olmayı savunur. Karşısındaki insanın fikirlerine saygılıdır: 'Biri senin hakkında kötü bir şey söylerse sakın kızma ama şöyle karşılık ver: Hakkımda bunu söyleyen hiç şüphesiz başka kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi, sadece bunu söylemekle kalmazdı!' İnsanlara bir şeyler anlatma noktasında temsilin önemli olduğunu söyler: 'Cahillerin önünde güzel vecizeler sayıp dökme! En iyisi bu vecizelerin emrettiği şeyleri yap. Meselâ bir ziyafette nasıl yemek yenildiğini anlatma. Fakat nasıl yenmesi gerekse öyle ye!' Cahillerle tartışma hususunda ölçülü davranmaya dikkat çeker: 'Cahillerin huzurunda derin ve mühim meseleler açılırsa sükutu muhafaza et. Zira henüz hazmetmediğini ifade etmekte büyük tehlike vardır. Senin bir şey bilmediğini iddia etseler de öfkelenme. Çünkü koyunlar ne kadar yem yemiş olduklarını gidip çobanlarına rapor etmezler. Fakat iyice hazmettikten sonra süt ve yün hâline getirirler.'
Epiktetos, tam bir tevekkül insanıdır. Olayların gidişatını kadere bırakma taraftarıdır: 'Hâdiselerin dilediğin şekilde gelmesini bekleme. Nasıl geliyorlarsa öyle gelmelerini iste. Böylece daima mesut olabilirsin.' der ve şunu da ekler: 'Başıma gelen elemleri ve kederleri ve her şeyi kabullendim. Zira Allah'ın benim için istedikleri, benim kendim için arzu ettiklerimden daha hayırlıdır.'

Dünya malına karşı lâkayttır: 'Her ne olursa olsun, elinden alınan bir şeyi kaybettim deme! Onu geri verdim de! Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü onu geri verdin.' Lâkin onu öldürdüler... Olsun. Onu sana verenin şu veya bu şekilde geri almasının ne ehemmiyeti var?' Dünyayı bir misafirhane gibi tasavvur eder: 'Dünya bir masifirhanedir ve geçici bir ziyafettir. Bir yemek tabağı sana kadar geldi mi... Elini kibarca uzatarak bir parça al. Önünden kaldırdılar mı... Tatminkâr ol, ille de almak isteme! Henüz önüne gelmedi mi, arzuların uzaklara gitmesin. Tabağın önüne gelmesini bekle. Sıranı bekle!'

Epiktetos kendini şöyle ifade eder: 'Ben esir, sakat, fakir, sefilim fakat bir Allah âşığıyım!' Allah'ın yüceliği için; 'Eğer Allah sadece renkleri yaratmış ve onları ayırt edecek gözleri yaratmamış olsaydı bu renkler neye yarayacaktı? Renkleri ve gözleri yaratıp da ışığı yaratmamış olsaydı renklerin bir mânâsı kalır mıydı? Bu üç unsuru birbiri için yaratmış olan kim olabilir? Bu birliğin mimarı kimdir? Tabiî ki Allah'tır. Öyleyse Rabbani bir kudretle idare edilmekteyiz.' der. Bir defasında kendisine şöyle bir soruyla gelirler: 'İstisnasız bütün hareketlerimin Allah tarafından görülmesine beni ikna edebilir misin?' Epiktetos sorularla diyaloğu geliştirir:

-Bütün dünyadaki varlıklar ve olaylar arasında ilişki olduğuna inanıyorsun değil mi?
-Evet.
-Dünyadaki olayların semavî bir kudret tarafından idare edildiğine de kanisin değil mi?
-Evet.
-Demek oluyor ki her şeyin tam zamanında kusursuzca vuku bulduğunu da görüyorsun. Mevsimler, güneş ve ayın değişmesiyle dünyadaki hayat da değişiyor, biz de bundan etkileniyoruz. Yani kâinattaki tüm olaylardan biz de tam olarak etkileniyoruz. Peki kâinatla biz bu kadar bağlantılı isek, onu yaratan Allah onunla ilgisiz olabilir mi?
-Tamam da, birbirinden alâkasız ve uzak meseleleri Allah nasıl görebiliyor?
-Ey hakikatlere kör adam! Senin pirinç tanesi kadar ki ferasetin, bir anda ne kadar çok meseleyle alâkadar oluyor; düşünüyor, bakıyor, yürüyor, kavrıyor, inanıyorsun. Bu fiiller birbirlerinden ne kadar da ayrık fiillerdir, tahayyül edebiliyor musun? 'Güneş bir anda dünyanın çok büyük bir kısmını aydınlatıyor. Güneşi yaratan, (ki kâinatı da o yaratmıştır) dünyanın tamamını kendine aydınlatamaz mı? Ve ey aciz, o küçücük gözünle bir anda birçok şeyi nasıl kavradığını ve gördüğünü düşün. Gece gökyüzüne baktığında, kâinat senin gözün önündedir. Peki ya gözü yaratanın gözünden bir şey kaçar mı?!'

Epiktetos ve Epikürien düşünce
Epiktetos ahlâkî anlayışa sahip olduğu için gayr-î ahlakî duran Epicur'a ciddi eleştiriler yöneltir: 'Ey ahmak! Bu kitapları yazmak için bunca gece uykusuz kalmaya değer miydi? Sıcak yatağından kalkmadan bir solucan gibi hayat sürmen daha iyi değil miydi? Çünkü sana lâyık hayat budur. Zaten yaşamak istediğin böyle bir hayat değil de nedir?' İnsanın iyi ve kötü davranışları konusunda, 'İnsan yanlış olarak algıladığı şeyden uzak durur ve hakikat olarak algıladığını reddedemez. İyi görüneni de atamaz. Bundan dolayıdır ki; Hırsızlık kötü değildir. Kötü olan yakalanmaktır.' şeklinde ortaya konulan Epicurien fikirlere olan düşmanlığını ifade etmekten çekinmez.

    Hocalar    Ana Sayfa